"Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim, Ama senden başka kimse duymayacak, Kimse anlamayacak. Şimdi sorarım sana, Hangi aşk daha büyüktür ? Anlatılarak dile düşen mi, Anlatılmayıp yürek deşen mi..." Demişti ŞEMS aşkını anlatırken Mevlanaya. Bizler sadece bir anlık duygular ile okuyup geçtiverdik aşkın ızdırabından yazılan bu satırları. Oysa ki nice acılar vardı her satırına, nice hikayeler yatardı her bir mısrasında. Peki bu kadar mana içerirken ne diye bu kadar küçük görmektir sevdayı aşkı oysa ki sevmek basit miydi ki bu kadar küçük görünür oldu bir gözde, değer görmek sıradan mıydı ki bu kadar acımasız olundu, bir kalpte yer edinmek vuslat mıydı ki uzak olunmaya gayet edildi... Fakat sevmek bir nimet sevilmek de bambaşka bir nimet. Lakin kıymet bilinmez olundu, her şey sıradanlaştı sevmek ve sevilmek dahi. Oysa ki ne haddimizeydi ki severken sevinirken o sevgiyi görmezden
Ruhum garip , bu yurdun yabancısı gibi . Hiçbir zaman kabul edemediği bir düzenin zindanına haps edilmiş gibi pencereden sızan hakikat ışığına yapışmış durumda . Bir Yusuf haline bürünmüş... Dalgın mı dalgın ama yerinde duramayan daima bir tuğla üstüne tuğla koyma peşinde. Bulunduğu zindan da kendi için bir Hira yapıp huzura kavuşma peşinde ... Oysa ki bu alem de değildi ki asıl yuvası . Özlüyor biliyorum asıl yuvasını, yurdunu ama o yuvanın tuğlalarını oluşturmak için de bu sahte yuvada bir benlik oluşturması gerekiyordu belki de bunun yorgunluğu belki de bu arayışın yorgunluğuydu hissettiğim... ruhun dinletisi